19-02-2021 20:11:19 Son Güncelleme: 19-02-2021 20:18:19

Dr. Ayşe Duman: ”Bedenine söyle saçmalamasın”

Şükriye Özgül'den Op. Dr. Ayşe Duman'la 'kadınlık' üzerine harika bir röportaj...
Dr. Ayşe Duman: ”Bedenine söyle saçmalamasın”

 

Op. Dr. Ayşe Duman… Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı… Söze başlamadan şunu söylemek zorundayım ki, onunla konuşunca insanın defalarca doğurası geliyor. Olağanüstü hekimliğinin yanı sıra müthiş bir sohbet ve rehberlik yeteneği var. Kadın ruhunu derinden keşfetmek için pek çok araştırma yapmış, pek çok eğitim almış iki tane de babalar gibi kitap yazmış. Uzun uzun konuştuk. Harika bir sohbet var okumanızı bekleyen.

“Kadının hikayesini yeniden yazmak lazım” diyor Ayşe hoca ve ekliyor, ”Kadının cinsel kimliğini, kadın olmasının biyolojisini yeniden anlamak ve yazmak lazım. Doğumu da yeniden anlamak ve yazmak lazım. Kadına yapılan bu iyilik aslında topluma yapılan bir iyiliktir.

‘Ayıptır’ hissi mesela bir noktadan sonra kişinin inancı haline geliyor, sonra ne oluyor, kişinin refleksleri de bu inanç kalıbına göre şekilleniyor.

Başımıza ne geliyorsa ‘El alem ne der’ kalıbının bize çocukluktan itibaren dayatılmasından geliyor.” diyor.

 

Röportaj: Şükriye Özgül

 

Sizi tanıyabilir miyiz değerli hocam?

 

31 Ocak’ta İstanbul Süleymaniye doğumevinde doğmuşum. Doğduğum hastanede sonra ihtisas yaptım. Tıp fakültesi yolculuğum İzmir 9 Eylül Üniversitesinde başladı, iki yıl sonra da yatay geçişle Cerrahpaşa Tıp Fakültesine geçiş yaptım. Çocukken de hala da İstanbul aşığıyım bu yüzden üniversitede de başka bir şehirde yapamadım ve İstanbul’a geldim. Bu yatay geçişi yapabilmek için neredeyse yemek yemeye dahi vakit ayırmadan deliler gibi ders çalıştım.

Süleymaniye ihtisasımdan sonra bir buçuk yıl başasistan olarak çalıştım sonra ayrıldım ve özel çalışmaya başladım. Yaklaşık 10- 12 yıl kadar klasik, modern tıp eğitiminden aldığım eğitimlerle doktorluğu götürürken sonra “Bu kadınlar neden doğumdan bu kadar kokuyorlar” davranışını araştırmaya başladım. Bu asistanken de kafamı kurcalayan bir konuydu aslında, çünkü çok fazla bağırıyor kadınlar doğumda. Aslında her kadının doğum hikayesi çok değişik. Her doğumun aslında ne kadar farklı bir hikayeden oluştuğunu daha doktorluğumun ilk yıllarında görmeye başladım, her kadının tepkisi farklı, her kadın fizyolojik olarak, ruhsal olarak ve davranış olarak farklı yaşıyor bu süreci. O dönem doğumda hipnoz eğitimi alma konusu kafama girmeye başlamıştı.

 

 

Hipnozla doğumun ne gibi avantajları var?

 

Zihni istediğim gibi yönetebilmek, bu yönetmeyi bedene yansıtabilmek çok hoş bir durum aslında. O dönem yoğunluktan benim bu eğitimleri alma şansım olmadı ama kardeşim hipnoz eğitimlerini aldı ve benim doğuma girdiğim hastalarımda o da hipnoz uyguladı. Birlikte çalışmaya başladık. Doğumun aslında ne kadar keyifli bir şey olduğunu o dönem çok yakından gözlemlemeye başladık.

 

SİNEMADA BİZE YANSITILAN O BAĞIRMA SAHNELERİ KADINLARIN ZİHNİNİ O KADAR KİRLETİYOR Kİ.

 

Kadınların zihnini doğumda kontrol ettiğiniz zaman ne değişiyor?

 

Bir kere ağrı duymuyorlar.

 

Pekiyi o bağırma refleksi olmuyor bu hastalarda? Çünkü bize sinemada bile bunu öğrettiler. Doğum yapan kadın bağırır…

 

Aslında sinemada bize yansıtılan o bağırma sahneleri kadınların zihnini o kadar kirletiyor ki. Hipnotik hikayelerle doğumların bir kısmının bundan dolayı bozulduğunu ben de aldığım eğitimler sonrası fark ettim. Negatif hipnozlar bizim süreci nasıl yöneteceğimizi belirliyor.

Kardeşimin hipnozla doğuma hazırladığı annemiz, gül bahçelerinde gezinirken doğum yapmıştı. Bu iyi tirajlı bir gazetede  “İlk hipnozla doğum” diye  manşetten haber çıkmıştı. Doğum mucizesinin keyifle yaşanmasına  tanık olmak  zihnin beden üzerindeki etkilerini görmek, sonraki çalışmalarımın tohumu oldu sanırım.

 

Ne hissediyor hasta o anda?

 

Hasta gül bahçelerinde gezerken, gül koklarken doğum inanılmaz keyifli gerçekleşiyor.

Kadınlar normalde doğumda bırakın keyif almayı tam tersi sıkıntı yaşıyor, çoğu doğum korkusundan sezaryen oluyor.

Bu konu üzerinde gün geçtikçe daha fazla kafa yormaya ve araştırmaya başladım, çok çeşitli eğitimler aldım ve fark ettim ki bu beden dediğimiz, hastalık dediğimiz, sağlık dediğimiz, o bedenin kimyası, biyokimyası, hormonları dediğimiz şeyin arkasında muazzam bir yapı var. Zihin dediğimiz, duygu dediğimiz, düşünce dediğimiz bir yapı var. Oradan gelen sinyallerle beden kimyasal reaksiyonları ve davranışları oluşturuyor. Sonuçta bağırma, kasılma, gerilme doğumda gerçekleşen bir davranış.

 

 

“ZEVK ALIRSAN KÖTÜ KADIN OLURSUN” MESAJINI EĞER KADIN ÇOCUKLUĞUNDA ALMIŞSA, CİNSEL HAYATINDA BEDENİ KENDİNİ KİLİTLİYOR.

 

Bu davranış biçimi cinsel hayatı da etkiliyor mu?

 

Cinsel hayatta bedenin verdiği tepki bir davranış. Bu davranışların hepsinin altında bir düşünce dünyası var, bir inanç kalıbı var, bir hipnotik hikaye ve hayal var. O hayale göre beden tepki veriyor.

“Zevk alırsan kötü kadın olursun” mesajını eğer kadın çocukluğunda almışsa, cinsel hayatında bedeni kilitliyor kendini.

“İlk gecede kan revan olacak, çok acı çekeceksin” hayali varsa kişide, beden buna göre reaksiyon gösteriyor. Çünkü beden hayalin gerçek olup olmadığını ayırt edemiyor aynı rüyalar gibi. Rüyada köpek kovaladığını gördüğünüzde bir uyanırsınız ki kalbiniz çarpıyor, halbuki o rüyaydı. İşte bu da bunun gibi, aynı şey aslında ikisi…

Gündüz gördüğümüz rüyalarda da beden aynı tepkiyi veriyor, uyanıkken gördüğümüz rüyalar yani hayallerimiz bedeni yönlendiriyor.

Bunların tohumları yetiştiğimiz toplumda atılıyor, anne-babadan gelen cümleler, filmlerdeki mesajlar, toplumsal bilinçaltı bizi de kendi formatına uydurmak için, kendisi gibi yapmak için o tohumları bize atıyor ve maalesef buna uyanana ve bilinçli hale gelene kadar biz bu etki altında kalıyoruz. Bedenimiz birtakım davranışları iyice kalıplaştırıyor ve refleks hale geliyor. Refleks hale gelince de “Bu benim gerçeğim” zannediyoruz.

 

RAHATSIZLIKLARA VE BEDENSEL TEPKİLERE NEDEN OLAN ALANI İYİLEŞTİRMEDİĞİMİZ MÜDDETÇE İYİLEŞME OLMUYOR. SADECE SEMPTOMLAR BASKILANIYOR.

 

O zaman cinsel problemleri çözmek için de kadın ruhuna mı inmek gerekir önce?

 

Kesinlikle öyle. Aldığım eğitimlerde de zamanla bunları fark ettikçe  aslında hastalık dediğimiz, kadın hastalığı dediğimiz özellikle; vajinismus, cinsel problemler, adet düzensizliği, adet ağrıları, doğum ağrıları, lohusalık depresyonu gibi sorunlara çözüm ararken zihinsel durumla,düşünce kalıpları hatta kullanılan kelimelerle de ilgilenmek, o alandaki çarpıklıkları düzeltmek zorundayız. Biz hekimsek, niyetimiz hastayı iyileştirmekse tüm bunlara da vakıf olmalıyız. Çünkü bu belirttiğim rahatsızlıklara ve bedensel tepkilere neden olan alanı fabrika ayarlarına uygun hale getirmedikçe iyileşme olmuyor. Sadece semptomlar baskılanıyor.

Vajinismusu ele alalım mesela, bu sorunu çözmek için geliştirilen çeşitli teknikler var ancak bu duruma neden olan düşünce kalıbı ve inanç kalıbını rahatlatmazsanız, formatı değiştirmezseniz sonuç başarılı olmaz. Bilgisayar yazılımı gibi düşünün, o yazılımı değiştirmezseniz bilgisayar ikide bir arıza verir. Onun için yazılımı değiştirmek lazım.

 

Neye göre değiştirilecek bu yazılım?

 

Fabrika ayarlarına göre. Yani yaradılış programına göre.

 

RAHİM 800 KAT BÜYÜYOR GEBELİKTE. SIKINTI VAR MI? YOK.

NE ZAMAN SIKINTI OLUŞUYOR.

  • BEBEK ÇIKARKEN,

  •  PENİS ALIRKEN

O ZAMAN DİYORSUNUZ Kİ, BU ANLAMSIZ, BURADA BİR AYAR BOZUKLUĞU VAR.

 

Yaradılış programının ne olduğunu nereden anlayacağız?

 

Biyolojiye bakarak tabi! Her organ kendi amacına uygun çalışabilmeli. Hiçbir organın çalışmasında ağrı, acı, keyifsizlik, sıkıntı olmaz. Göz kapağımızı açıyoruz ve görüyoruz, kulağımız ses dalgalarını alıyor ve duyuyoruz. Sıkıntı var mı? Ağzımıza bir gıda alıyoruz ve çiğniyoruz. Sıkıntı var mı? Yok. Rahim 800 kat büyüyor gebelikte. Sıkıntı var mı? Yok. Ne zaman sıkıntı oluşuyor.

1-bebek çıkarken,

2-penis alırken…

O zaman diyorsunuz ki, bu anlamsız, burada bir ayar bozukluğu var.

Karaciğerimizle ilgili hiçbir derdimiz, utancımız yok ama vajina ile ilgili bir utancımız var.

 

 

BURADAN ŞU DA ANLAŞILMASIN. HER ŞEYİ KONUŞALIM, HER ŞEYİ ULU ORTA YAPALIM DEĞİL KASTETTİĞİM.

 

Buradan şu da anlaşılmasın. Her şeyi konuşalım, her şeyi ulu orta yapalım değil kastettiğim.

Nasıl ki büyük abdestimizi utanmadan ve sıkılmadan yapabiliyorsak, aynı şartlarda mahremiyet alanında bütün organlar yaradılış programına uygun fonksiyonlarını icra edebilmeli. Edemiyorsa bir sıkıntı var. Bu sıkıntıyı çözmek istiyorsak önce buna neden olan inanç kalıplarını bulmak ve çözmek lazım. Burada kastım dini bir inanç değil. Benim burada kast ettiğim kişinin geriye dönüp asla üzerinde düşünmediği bütün davranışlarını etkileyen düşünce kalıplarıdır.

“Ayıptır” hissi mesela bir noktadan sonra kişinin inancı haline geliyor, sonra ne oluyor, kişinin refleksleri de bu inanç kalıbına göre şekilleniyor.

Daha çocukken bunlar geldiği için bunların kişinin yazılımını oluşturması da çok normal çünkü o dönem  bilinçli akıl yok, çocukken gelen her bilgiyi kişi doğru kabul eder. Öyle etmek zorundadır, çünkü kritik edecek bir bilinç ve bilgi birikimi yok. Bilinç, çocukluktan gelen ancak erişkin bedene ve erişkin dünyasına uymayan yazılım programını tekrar formatlamak, kişide baskı oluşturan hipnotik kalıplardan özgürleşmek için adım atılmasını sağlayacak bir alan ve kavramdır. Biz bilinci günlük hayatta verdiğimiz kararlarda bize yön veren bir kılavuz sanıyoruz ama aslında o bile değil çünkü günlük hayattaki kararlarımız bile alttan gelen inanç kalıpları çerçevesinde şekilleniyor. Bu kalıplar hastalıklı ise davranışlar da böyle oluyor.

 

BİZİM COĞRAFYAMIZDA CİNSELLİK KADININ HAKKI DEĞİLMİŞ GİBİ, KADININ BUNA İHTİYACI YOKMUŞ GİBİ EMPOZE EDİLMEKLE BİRLİKTE KADIN CİNSELLİĞE MEYLEDERSE BU KÖTÜ KADIN İŞİYMİŞ GİBİ YANSITILIYOR.

 

Coğrafyamızda kadınların çoğunda cinsellik bastırılan bir duygu, o zaman sorun daha da büyük anladığım kadarı ile.

 

Çok haklısınız, bizim coğrafyamızda kadın cinselliği  bastırılan yok sayılan görmezden gelinen bir alan. Kadının hakkı değilmiş gibi, kadının buna ihtiyacı yokmuş gibi empoze edilmekle birlikte kadın dişil davranışlar sergilerse ayıplanır, kötü kadın olur korkusu yaşatılır. İffetli ve namuslu bir kadının cinsellikle işinin olmaması empoze edilir. Kadının birinci vazifesinin ve onu değerli kılacak vazifesinin anne olmak, kocasına hizmet etmek, işine gücüne bakmak olduğu empoze edilir. Kadın kendi ihtiyaçlarını ne kadar yok sayarsa, ne kadar fedakar olursa o kadar takdir görür coğrafyamızda. Bu toplumda bu tohumlar ekiliyor. En temel ihtiyaçlarımızdan biri sevilmek, takdir görülmek, kendimizi değerli hissetmek, bir şekilde kendi varlığımızı karşı tarafın onaylayacağı konuma getirmek. Bizim coğrafyamızda “elalem ne der” sorusu ile yaşıyor insanların çoğu. O elaleme göre bir kere formatlandı ya bizim zihnimiz: ondan sonra koca da elalem şu durumda. Kız evlendi diyelim. Elalem kadın cinselliği ile ilgili ne diyor? Bu taraklarda bezin olmasın diyor. Yeni evli kızcağız da haliyle,” Ben şimdi sevişmek istersem kocam benim hakkımda ne düşünür” diyerek uzak duruyor. Onun inanç kalıbına göre eğer talepkar taraf kendisi olursa kocası hakkında iyi şeyler düşünmeyecek, çünkü bunu duydu çocukken bunu öğrendi.

Bütün bu girdiler kadına “ben bunu yapmamalıyım” dedirtiyor, aşağılanmaktan korkuyor çünkü ve bedeni cinsellikten kaçıyor.

 

RÜYASINDA ORGAZM OLDUĞUNU BİLE KABUL ETMEK İSTEMEYEN KADINLAR VAR, O KADAR BASKILANMIŞ Kİ.

 

Cinsel sorunlar bu noktadan sonra mı başlıyor?

 

Kaçmak için de kendini kısıtlıyor ve engelliyor, yok sayıyor ve o kadar yok sayıyor ki organ fonksiyonu iptal oluyor. Normalde bu fizyolojik bir süreç, bunun ayıpla, günahla hiçbir  ilgisi yok. Bunu nereden anlıyoruz? Rüyada orgazm olur insanlar. Bunun nedeni de şu. Bu bedenin bir ihtiyacı. Rüyasında orgazm olduğunu bile kabul etmek istemeyen kadınlar var, o kadar baskılanmış ki. Kimisi oluyor ama sonrasında çok suçluluk duyuyor. Bu çok normal bir şey. İnsan susadığı için karnı acıktığı için suçluluk duyar mı? Bu bedensel bir ihtiyaç, bu Yaradılışın bir programı.

 

Cinsellik disiplinize edilir o ayrı bir şey ama disiplinize etmek yok etmek değil, yok saymak değil. Yok saydığımız şey eninde sonunda o bedene zarar verir, zarar vermeme şansı yok çünkü fizyolojiyi bozuyor.

 

O bütüncül bakış dediğimiz şey, devasa bir bütün. Oradaki enerjinin düzgün akmasını, kullanılmasını hormonları etkiliyor, o hormonların etkisi organı etkiliyor, organ ses tonunu etkiliyor, ses tonun bedenini etkiliyor… muazzam bir çok seslilik… her ses yeterince ve miktarınca çıktığında senfoni muhteşem.

 

 

“MEME KANSERİ KENDİ KADINLIĞI İLE İLGİLİ SAVAŞI OLANLARIN HASTALIĞIDIR.” DENİLİYOR.

 

Kadın kanserlerinin bu kadar artması da bu gibi ruhsal yansımaların sonucu olabilir mi?

 

Olabilir çünkü kimya bozulduğu zaman hücresel fonksiyon da bozuluyor. Hücresel fonksiyonun bir  bozulmasında kanser ortaya çıkıyor, bir bozukluğunda immün sistem hasarı alerjiler ortaya çıkıyor. Sonuç itibari ile bizim duygu durumumuz, inanç kalıbımız, kendimizle ilgili algımız kimyamızı bozuyor. Kimya bozulduğu zaman o hücresel reaksiyonların oluşacağı alan bozulduğu zaman hücrenin bölünmesi durdurulamaz hale gelip kansere dönüşebilir, enfeksiyonlara ve alerjiye yatkın hale gelebilir. Meme kanserleri için şöyle bir cümle var, denilir ki, “meme kanseri kendi kadınlığı ile ilgili savaşı olanların hastalığıdır.” Meme kanserlerini sorguladığımızda hepsinin altında kadınlıkla  ilgili bir çatışma çıkıyor karşımıza. Kadınlıkla ilgili, cinselliği ile ilgili, cinsel kimliği ile ilgili bir savaşı olmayana şimdilik rastlamadım dedi bir epigenetikçi arkadaşım.

 

BİZİM NESİLDE OMUZLAR HEP ÇÖKÜKTÜR KADINLARDA, KAMBUR DURURLAR ÇÜNKÜ MEMEN DAHA ÇIKMAYA BAŞLADIĞINDA ONU SAKLAMAN LAZIM.

 

Bizim nesilde omuzlar hep çöküktür kadınlarda, kambur dururlar çünkü memen çıkmaya başladığı zaman onu saklaman lazım. Kadınlarda bu duruş varken bedenin iyileşmesini bekleyemeyiz ne fiziksel olarak ne de duygusal olarak. Bunun nedeni nedir? Memesini saklamak zorunda.

Çok az kadın da geriye dönüp bunu sorguluyor.

 

“ERKEKLERE SÜNNET KUTLANIYOR DA KIZLARA NEDEN ADET KUTLANMIYOR”…

Devamı var...

  YORUMLAR

0 Yorum YORUM YAP
Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
YUKARI