02-01-2023 12:36:15 Son Güncelleme: 18-02-2024 20:20:15

DR. YAVUZ DİZDAR: Mutluluk Bakanlığı Kurulmalı

Bilim insanı, eğitimci, yazar, tam bir halk adamı, müthiş bir hayvan sever… Radyasyon Onkolojisi Uzmanı Dr. Yavuz Dizdar’la Yedikule Barınağını ziyaret ettik. Sohbetimizin konusu sevgi ve mutluluk üzerineydi… Saf sevginin sembollerinden hayvan sevgisini enine boyuna konuştuk. İşte o sıcacık sohbetin ayrıntıları… Röportaj: Şükriye Özgül
DR. YAVUZ DİZDAR: Mutluluk Bakanlığı Kurulmalı

Sevgi nedir?

Zor bir soru sordun. Sevgi karşılık beklemeden karşısındakinin iyiliğini düşünme hali. Ben buna sevgi derim. Karşılık beklediğiniz taktirde sevgi olmaktan çıkıyor.

Hayvan sevgisi açısından baktığınızda da aynı şey geçerli. İnsanları nasıl bir karşılık beklemeden sevebiliyorsanız, bir hayvanı da sevebilmelisiniz. Evi hırsızdan ya da fareden koruyor diye bir beklentiye girmeden, onunla bir hayatı geçirebilmeyi göze almışsanız biz buna sevgi adını veririz.

Bu sadece basit bir sevgiden ibaret değil. Bunun içinde bir yaşamın paylaşılması var. Dolayısı ile aslında bir yaşam arkadaşlığına dönüşüyor hayvan sevgisi de.

Günümüzde insanlar, insanlardan çok hayvanlarla arkadaşlık kurmayı tercih eder hale geldi. Bunun nedeni de bana göre, insanın güvenilmezlik derecesinin aşırı miktarda artmış olmasıdır.

O nedenle insandan ağzı yanan, hayvanları dost ediniyor ve onlarla yaşamı paylaşmayı tercih ediyor.

Bu doğru bir seçim mi?

Bir yere kadar doğrudur ama insanı tamamen dışlayıp sadece hayvanlarla hayatı paylaşacağım ve insanlarla asla iletişim kurmayacağım anlamına da gelmemeli. Bu işi saplantı düzeyine de getirmemek gerekiyor. Bir kedi ile bir köpekle, kuşla, balıkla ya da evcil pek çok canlı ile insanın dostluk kurması çok güzel bir şey. İnsan fark edildiğini, önemsendiğini hissediyor bu dostluklarda. Dolayısı ile insanların hayvanlarla olan muhabbeti herhalde tarih boyunca olduğundan çok daha yüksek seviyeye taşındı.

ÇOCUĞA EĞLENCE VEYA ÖDÜL NİYETİNE BİR HAYVAN ALMAK HASTALIKLILIĞIN ÖTESİDİR.

 

Çocukları hayvanları sevmek, korumak ve onlara saygı duymak konusunda nasıl yönlendirmeliyiz?

Bu çok önemli bir soru. Hayvanlar ailenin bireyidir. Bir çiftlik ortamında yaşıyorsanız onlar içi alan belirleyebilirsiniz, ama evin içinde yaşıyorsanız doğrudan ailenin bireyi olurlar. Çocuğa eğlence veya ödül niyetine bir hayvan almak, hastalıklılığın ötesidir. Hele hele o hayvanı aldıktan sonra yaz tatili bitince onu sokağa atmak kabul edilir bir şey değildir.

Dolayısı ile çocuğa öğretilmesi gereken şey şu. Bir hayvan sahiplendiyseniz onunla ömrünün sonuna kadar birlikte bir hayat yolculuğuna çıktınız demektir. Sırf çocuğun gönlü hoş olsun diye, ödül olsun diye, çocuk mutlu olsun diye hayvan sahiplenilmez. Bir çocuk kırmızı balık beğeniyor diye balık alınmaz. O da bir canlı ve akvaryum bakımı oldukça da zordur. Balığın ne sesi çıkar, ne size bir şey anlatabilir, sevgisi uzaktandır. Siz de çocuk istedi diye alır sonra da ilgilenmezseniz bu balık öldüğü zaman nasıl açıklayacağınızı bilmeniz lazım.

O nedenle ödül olarak çocuğa hayvan sevgisi aşılanmaz. Hayvan evin bireyi olarak kabul edildiğinde çocuğa da anlamda sorumluluk verilmeli. Mama saati, tuvalet takibi, bakımı… Çocuk bunların bilincinde olmalı ve çocuğun eğitiminin bir parçası haline getirilmeli.

Hayvanların satın alınmasını nasıl karşılıyorsunuz?

Satın alınmış bir hayvanı ben tasvip etmiyorum. Barınaklarda bu kadar hayvan varken petshopa gidip rengini, ırkını seçerek hayvan satın alınmasını ben tasvip etmiyorum. Abi sen araba modeli mi seçiyorsun? Seçip, beğenip, alıp kuaförlere götürüp, ki o da ayrı bir eziyet… İşine gelmeyince de sokağa terk etmek… Tatil bölgelerinde de cins kedi ve köpeklerin sokaklara terk edildiğini görürsünüz. Aileler yazın tatile giderken yavru olarak alıyor, sonbaharda da sokağa terk ediyor.

HAYVANLAR HASTANELERİN DOĞRUDAN BİR PARÇASI OLMALI!

Hayvanların insan sağlığı üzerindeki etkileri nedir hocam?

Çok büyük faydaları var. Hayvanlar eğitimin doğrudan bir parçası olmalı aynı zamanda hastanelerin de doğrudan bir parçası olmalı. Çünkü hastalar da hayvanları seviyor ve mutlu oluyorlar. Hastaların hayvanlarla kurdukları dostluk ilişkileri onlara gerçekten çok iyi geliyor. Kedi için de geçerli, köpek için de geçerli. Çocukların eğitimi açısından da mükemmel geçerli. Çünkü bütün bildiğimiz eğitim sıkıntısı yaşayan bireylerde ister at olsun, ister yunus olsun eğitimin parçası olarak kullanılıyor. İnsan beyni bir şekilde bu hayvanlarla iletişime geçiyor. Kedi, köpek için bu geçerli mi? O kadar olmasa da yine de geçerli. İş yunus ya da at gibi hayvanlara geldiği zaman, onların kurduğu düşünsel iletişim modeli bambaşka bir model benim anladığım kadarı ile ve bundan çocukların olumlu anlamda çok etkilendiğini biliyoruz.

Bu hasta için, depresyonda olan biri için, dünyaya olumlu bakmayı artık kaybetmiş insan için, herkes için geçerli… Bir evde bir hayvan varsa, o hayvanı da size eğer bağlayacak kadar bir ilişkiniz varsa siz hayatı terk etme lüksüne sahip olamıyorsunuz. Hatta bir yerde öğle bir hale geliyor ki, onlar için yaşamaya başlıyoruz. Bazen ben de, ” Sermayeyi bugün de kediye yükledik” diye takılırım. Bu iyi bir şey mi, iyi bir şey!

Bir devlet başkanı olsanız tüm canlılar için sevgi adına ilk yapacağınız şey ne olurdu?

Öncelikle hayvanları satın alma meselesini ortadan kaldırırdım. Bunun hukuken çözülmesi son derece mümkün. Cezaları ağırlaştırmaktan ziyade insanları eğitmeniz gerekiyor. Mevcut olanı da bir şekilde birbirlerini sevmeleri için bir model olarak kullandırtırdım. Çünkü bizim insanımız aslında kötü insan değil, fakat zaman içerisinde ister ekonomik zorluk deyin, ister eğitimsizlik deyin; canlılığa bu saygısını, yaratandan ötürü seviyor olma algısının gücünü yitirdi. Bunu baştan kazandırmak muhtemelen insanların daha mutlu yaşamaları için birinci faktör. Çünkü sokağa bakıyorsunuz, kalburüstü muhitlerde dahi insanların yüzünde neşe ve coşku göremiyorsunuz. Herkes sıkıntı içinde ve bu sıkıntılarını birbirlerine kusuyorlar. Halbuki sadece bu yaklaşım bile insanların üç günlük yaşama çok fazla anlam yüklediklerini gösteriyor. Ben bunu anlatmaya çalışırdım eğer devlet başkanı olsaydım.

İNSANLAR EĞİTİLEREK MUTLULUĞU DA ÖĞRENİYORLAR.

Tamam büyük işler başaralım ama büyük işler başarmak bizim mutlu bir halk olmamızı sağlamıyor. Büyük işler başarmak, büyük yatırımlar yapmak, ekonominin coşması, koşması bize aslında çok mutluluk olarak dönmedi. Bunu net olarak söyleyeyim. Ama bir spor müsabakasında başarılı olmak, çocukların uluslararası bilim olimpiyatlarında derece alıp siz de buna sevinebiliyorsanız o zaman mutlu oluyorsunuz. O yüzden baktığınızda doğu bloku ülkeleri vatandaşın coşkusunu, mutluluğunu spor gibi faaliyetlerdeki üstünlüğe bağlarlar. Batı tarafına doğru gittiğiniz zaman gayri safi milli hasılanın bilmem neye oranı, kuzey ülkeleri hesapta çok müreffehtir ama ben de çok neşeli bir kuzeyli kimse görmedim bugüne kadar. Bir Güney’in bir Akdeniz’in neşesini, coşkusunu taşımıyorlar. Halbuki bu ortamlar rahatlıkla yapılabilir. Kedisi ile köpeği ile şehirler mümkündür. Hatta belki de, ”Bir köye meydanının bulunması gereken şeyleri şunlardır” falan şeklinde de davranmak daha iyi olur. Çünkü ne olursa olsun insanlar eğitilerek mutluluğu da öğreniyorlar. Kendi haline bıraktığınızda hırsa gark olup satın alma coşkusu ile birbirini yiyenler zaman içinde daha azı ile aslında son derece mutlu olduklarını fark edecekler.

Halkın mutluluğundan sorumlu bir bakanlık kurar mıydınız?

Kesinlikle Mutluluk Bakanlığının kurulması gerekir. Başlı başına böyle bir dairenin olması lazım.

Pekiyi hocam mutlu olmakla neşeli olmak aynı şeylere mi? Her neşeli insan mutlu mu?

Mutluluk da neşe de ayrılar. Neşelilik hali spontandır. Hayatın cilvelerini kendinize bir coşku unsuru olarak algılayabiliyorsanız bu aslında neşedir. Yolda taşa takılmanız bile neşeye dönüşebilir. Ama mutluluğun genellikle objesi var. Yani bir şeyin karşılığında mutlu olmayı taahhüt ediyorsunuz. Çok doğru bir şey değil çünkü taahhüdün sonu yok. Yani daha büyük ev, daha büyük araba, daha iyi bir ülkede tatil yapma, daha lüks koşullarda otel bulma… Bu liste uzadıkça uzar. Bunlar bir şey değil, bunlardan bir şey çıkmıyor. Bir zamanlar İtalya’ya gittim, inan bana sokaktan neşe akıyordu ve ben gıpta ettim. Romanlar da öyle. Arada bir roman mahallelerine gitmek lazım! Hesapta yoksullar, moksullar ama neşelerinde herhangi bir sorun olmuyor. Ölümü de hayatı da vakur karşılayabiliyorlar.

Dergiye https://www.mansetteyizdergi.com 'dan ulaşabilirsiniz.

  •   Etiket

  YORUMLAR

0 Yorum YORUM YAP
Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
YUKARI