Covidi atllatıktan sonra ilaçların yan etkisi nedeniyle, yüksek seyreden şekerimin normale dönmesi için beslenmeme çok dikkat ettim, karaciğer enzimlerinin yüksekliği için bazı karaciğer detoksları uyguladım. Özellikle, haftanın bazı günlerinde sıvı beslenmenin çok faydasını gördüm. Covid sonrası kalp ritmim bir süre çok yüksek seyretmişti. Bu dönemi aşırı efor sarfetmeyerek, kahve tüketmeyerek, beslenmeye dikkat ederek, bir ay daha doktorumun yazdığı kan sulandırıcı iğnelerle kontrollerime davem ettim. Özellikle nefes egzersizlerinin çok faydasını gördüm.
Nihayet radyoterapiye başlama vakti gelmişti. Medikalpark Bahçelievler de Doğan hocam ile devam ettik bu sürece. Özellikle kafamda, sol memenin kalbe yakın olması nedeniyle kalpte bir hasara neden olur mu, slikonum zarar görür mü, akciğer hasarına yol açar mı gibi sorular vardı.
Doktorum, bu endişelerimin yersiz olduğunu, yeni cihazların ileri teknolojilerle donatıldığını bu nedenle bu etkileri yaşama ihtimalimin çok düşük olduğunu söylediğinde içim çok rahatlamıştı. Radyoterapi bir ay sürdü. Ve gerçekten, internetten okuduğum korkutucu etkileri görmedim. Memede yoğun bir yanık dahi olmadı. Terapi den bir kaç saat sonra madecassol sürüyordum çok faydasını gördüm.Radyoterapi ileri seanslarda, inanılmaz uyku hali ve yorgunluğa neden oldu . Bir de hala devam eden vücut ağrılarına. Protezimde herhangi bir değişim oluşmadı. 30 gün boyunca hergün 10-15 dk arası alıyordum. Sayılı günler çabuk geçer ya, bunun sonuna da gelmiştim ve artık tedavilerim bitmiş ilk kontrolum olan mart ayını iple çekiyordum.
Kanseri nasıl yendiğimi anlatıp insanlara yardım edebilmek, onlara bir umut olabilmek adına başladığım bu yazı dizimde, sanki her sırrımı bilen bir dostumla dertleşme havası içinde buldum kendimi sizlerle. O nedenle yazılarımda, içimden o an ne geçerse yazmaya başladım kalbim beni nereye götürürse oraya girdim.
Kemoterapi aldığım sırada karşı odada bir kadıncağız da kemoterapi görüyordu. Kocası da yanında oturmuş kendisine refakat ediyordu. Etmez olaydı. Kadına bağırıp çağırıyor, kadın sakince bişeyler söyleyip kendini anlatmaya çalışıyorsa da , adam neredeyse, o halde olan kadını dövecek gibi konuşuyordu. Müdahale etmek için gardımı aldım ama adam dışarı çıktı.
Düşündüm kendi kendime.Nedir bu evlilik yahu. Kadının namusunun, bedeninin sahibi(!) olduğunu iddia eden kaslı birinin, sen kanser olduğunda bile sana bağırma hakkını kendinde bulabilme özgürlüğü mü? Her iki taraf da iş hayatında çalıştığı halde, kadının aynı zamanda hem ev düzenini, hem çocuklarının bakımını üstlenmesi mi hali mi?
Hiç bir kadın evladına rağmen evliliğini keyfi bitirmez değil mi. Bir kadını bu noktaya bazı yaşanamamışlıklar getirir. Evlendiğiniz adam eğer sizi, hayatın tüm alanında kadın gibi hissettirmiyorsa, kadın da adama ne yazık ki saygı duyamıyor. Eğer çok mücadeleci,yuvası için verici, cabbar bir kadınsa genelde erkek tarafından kıymeti bilinmiyor ve herşey üstüne kalıyor ve görevi haline geliyor. Eğer eşler arasında ten uyumu denilen o önemsiz gibi görünüp, aslında evlilik bağını sağlam tutan en temel unsur da yok ise inanın dostlar, o evlilik iç dünyasında sadece iki tarafın birbirine katlandığı saçmasapan bir anlaşma olmaktan öteye geçemiyor.İşte sorum burda başlıyor.
Aslında her iki taraf da kendi başlarında ele alındıklarında çok iyi insanlar olabilir . Ama, karı koca olma zorunluluğu onları birbirlerinin gözünde en katlanılmaz insan haline dönüştürüyor. Mecburiyet... Kadının ayaklarının üzerinde duramaması nedeniyle mecburiyet, çocuklarının olması nedeniyle oluşan mecburiyet, ortak mal varlıklarını kaybetmeme arzusu sonucu oluşan mecburiyet, bir yaştan sonra düzen bozmak istememekten oluşan mecburiyet. Veya alışkanlıklardan dolayı hissedilen mecburiyet.. Çoğu evlilikler kadını, eşine sadık evde çocuklarına bakan, erkeği ise evdeki eşini çocuklarının anası gözüyle görüp dışarda nefsani mutluluğu arayan insan haline dönüştürüyor. Kimi evliliklerde ise roller tam tersinde. Aldatılan ama dünyadan habersiz olan erkek tayfası. Alan razı veren razı düzen bozulmasın, etrafa karşı mutlu bir profil çizilsin değil mi. Bu mu yani evlilik. Peki insanlar haksız mı sizce.İki insanın, aşk ile evlenmiş olsalar bile, yıllar sonra birbirlerini tutku ile arzu edip cinsel hayatlarını muhteşem devam ettirip aynı zamanda hayat arkadaşı olmaları mümkün değil mi? Peki neden evlilikler ilk başladığı tutku ile devam edemiyor? Naçizane fikrim şu ki, Eğer bir ilişki de erkek, güçlü karakteri ile kadının saygısını kazanamıyorsa veya saygısını kaybetmişse üzgünüm o evliliğin ruhuna fatiha okuyabilirsiniz.Ve unutmayın kadın bitti derse o evlilik biter. Elbette istisnalar kaideyi bozmaz. Bu saatten sonra kadınlar artık 4' e ayrılır. Herşeyi göze alıp evliliğini bitirme kararı almış, yalnız veya çocukları ile yepyeni bir hayata yönelen duygusal, hassas ruhlu kadınlar; kocasıyla duygusal bir bağı kalmadığı için kocası ne yaparsa yapsın umursamadan hayatını yaşayıp aile düzenini bozmak istemeyen kadınlar (ki bu kadınlar yaşlılık dönemlerinde kocalarından intikamlarını fena alır) ;başka çaresi olmadığı için mutsuzluk içinde kendilerini evlatlarına adayan duygusal boşluğunu evlatlarıyla doldurmaya çalışan kadınlar; erkeğini hiiiç umursamayıp kendisi de gayrimeşru hayatını gizlice yaşayıp intikamını yaşlılık dönemine bırakmayan kadınlar...
Peki gerçekten içinde sevginin, cinsel uyumun devam ettiği, aile olmanın hakkını veren evlilikler nasıl olur. Saygı dostlar saygı.Hem kendine saygı hem eşine saygı hem evlatlarına saygı.
Aşkla, sevgiyle ya da görücü usulü başlayan evlilikler saygıyla harmanlanıyorsa, o evlilikler yıllar boyu evliliğin hakkını vererek devam ediyor,o ailede sevgi dolu çocuklar yetişiyor. Çünkü saygı varsa aldatmazsın, saygı varsa empati kurarsın, saygı varsa anlayış kabiliyetini arttırırsın, saygı varsa bağırıp çağırmaz şiddete meyletmezsin, saygı varsa adaletli ve hakkaniyetli olursun. Onun dışında sadece kendini kandırıp, aile olma cennetini ,iç dünyanda cehenneme çevirirsin.
Velhasıl kelam, eğer evlilik bizlerin algıladığı, toplum geleneğine göre yaşanılan bir beraberlik sistemi ise , kanaatimce duygusal, hassas ve sanatçı ruhlu insanların fıtratına uygun değildir. İkinci bir seçenek, sağlıklı bir hayat yaşamak istiyorsanız hayat arkadaşınızı en az sizin kadar duyguya ehemmiyet veren, kalbinizi hissedebilen insanlardan seçin. Yoksa ruhları ölü, sağlıksız yaşayan bedenler haline dönüşürsünüz.
Devam edecek...