01-07-2021 13:20:24 Son Güncelleme: 01-07-2021 13:27:24

Doç. Dr. Işıl Uzun Çilingir: “İnsan kendini iyileştirebilir. Şifayı kendinde bularak, iyileşmeye katkı sağlayabilir.”

Doç. Dr. Işıl Uzun Çilingir: “İnsan kendini iyileştirebilir. Şifayı kendinde bularak, iyileşmeye katkı sağlayabilir.”

SELF HEALING…

Anlamı:

“Bedenin kendi kendini iyileştirme sanatı”

‘Self Healing’ kitabının yazarı Doç. Dr. Işıl Uzun Çilingir’le bedenin bu muhteşem kendi kendini iyileştirme yeteneğini konuştuk. Bu röportaj hastalıklar, sağlık, tedaviler, kişinin kendini sevmesi, yaşamdan keyif alma gibi pek çok konuda bakış açımda bende çok farklı farkındalıklara neden oldu. Sizin bilincinizde de yeni kapılar ve umutlar açması dileklerimizle...

İşte o röportajın ilk bölümü…

 

Röportaj: Şükriye Özgül

 

Harika bir kitap var elimde… Self Healing yani bedenin kendi kendini tedavi etme sanatı… Bu konunun detaylarını anlatabilir misiniz?

Self Healing vücudun kendi kendini iyileştirme kapasitesinin adı. Aslında hepimizde her an yürürlükte olan, içinde yaşadığımız sistem. Çünkü öteki türlü sağlıklı olamazdık. Yani virüsü, toksini, bakterisi… Milyonlarca etkene maruz kalıyoruz, haberimiz bile olmuyor, vücut bir güzel bunları temizliyor. Karaciğer toksinleri detoksifiye ediyor, böbrek faydalı maddeleri alıyor faydasızları uzaklaştırıyor ve hücresel düzeyde de her an muazzam çalışan bir sistem devrede. Mitokondriler de, hücrenin diğer organelleri de her an bir bütünlük içerisinde çalışıyor ve siz sağlıklı kalmaya devam ediyorsunuz. İşte bunun adı Self Healing.

Aslında Self Healing olmasa şifa diye bir şey olamazdı. Örnek vermek gerekirse; bir doktor sizi ameliyat ederken cildi, dokuları keser, doku bütünlüğü bozulur sonra ameliyat biter ve o iki dokuyu bir araya getirir diker ve bırakır.  Onu iyileştiren ve oraya o iyileşme hücrelerini göç ettiren sistem devreye girer bir süre sonra. Belli bir zaman sonunda da orada yeniden intakt bir cilt oluşur. Bunu yapan yine vücudun kendini iyileştirme kapasitesidir.

HASTALIKLARIN ORTAYA ÇIKIŞI SELF HEALİNGİN BOZULDUĞU ANLAMINA GELİR.

Hastalıkların ortaya çıkışı Self Healing’in bozulduğu anlamına gelir. Biz hep etkene odaklanıyoruz ama esas mesele etken değil çünkü aynı etkene bir sürü insan maruz kalıyor.

Mesela akut hastalık durumunda etkeni konuşabiliriz. Diyelim ki bir travma etkeni ile karşılaştı cildiniz, bu akut bir olaydır. Sonrasında vücut gerekli mekanizmaları ortaya koyar ve iyileşirsiniz. İşte iyileşemediği zaman Self Healing’in bozulduğu anlamına gelir. Vücut oradaki mevcut olan rahatsız edici faktörle baş edemiyor demektir bu. Kronik hastalıklar da Self Healing’in bozulduğu durumda ortaya çıkar. Çünkü kronik hastalıkların farklı organlarda olsa da altta yatan patofizyolojisinin kronik inflamasyon ( kronik iltihap ) olduğunu biliyoruz. Kronik iltihap da oradaki iltihabi reaksiyonunun sonlanamaması, devam etmesi ve bu iltahabın bir yandan vücudu iyileştirmeye çalışırken bir yanda da ortaya çıkan maddelerle vücudu haraplaması ve kronik kronik hastalığın devam etmesi anlamına geliyor.

Bu mekanizma nasıl bozuluyor, ne bozuyor?

Self Healing’i bozan mekanizmaları 4 temel başlık altında inceliyoruz. Beslenme, çevresel faktörler, manyetik alan kirliği ve frekans düzeyinde iyileşmeyi bozan etkenler. Beslenme sistemimizdeki yanlış beslenme alışkanlıkları, vücudun sürekli toksin yüküne maruziyeti, günümüz dünyasında kaçınamadığımız manyetik alan kirlilikleri… Bunların hepsi dışsal faktörler… Bunları ayrı bölümler halinde kitapta ayrıntılı olarak anlattık. Burada önemli faktörlerden biri de  kronik stres. Kronik stres vücudun kendini iyileştirme kapasitesini bozan en önemli etkenlerden bir tanesi.

Kortizol sistemi üzerinden iyileşmeyi bozan en önemli faktörlerden biri olan kronik stresten de önemle bahsediyoruz.

Ne demek pekiyi kronik stres?

Stres latince “strictia” kelimesinden geliyor; bir darlık, akışın bozulması anlamında kullanılıyor. Aslında hayatta direnç gösterdiğiniz durumlar kronik strese maruz bırakıyor bizi. Örnek vermek gerekirse; sevmediğiniz bir işiniz olduğunu varsayalım ama devam etmek zorundasınız, çünkü yaşam sizi buna mecbur bırakıyor. Bu durum da sizi sürekli ‘ya savaş ya da kaç’ modunda tutuyor, bedeniniz  onu stres faktörü olarak kabul ediyor. Bu noktada kortizol hormonu size ‘ ya savaşıp bu işin üstesinden gel’ diyor ya da ‘bırak işi ne yaparsan yap, göze al her şeyi, kaç’ diyor. Siz bu ikisinden birini yapamadığınızda sürekli kortizol başta olmak üzere stres-hormon kokteylinin içinde yaşıyorsunuz ve bu kokteyl sizi her an darmadağın ediyor.

Kortizol çok önemli bir hormon, vücudun her yerinde reseptörü olan çok geniş çaplı etkileri olan, insan vücudunun en önemli hormonlarında biri. Kortizolün patolojik yüksekliği durumunda Cushing sendromu dediğimiz durum ortaya çıkar. Biz burada Cushing sendromundan bahsetmiyoruz ama kortizolün patolojik etkilerini göstermek için bir örnektir o tablo. Kortizol fazla salındığında bağışıklık bozulur, insülin direnci ortaya çıkar, hem hücresel bağışıklık düzeyinde hem de humoral bağışıklık düzeyinde bozulmalara yol açar, depresyon nedenidir, kilo alma nedenidir, kurbağa tipi şişmanlık yapar, saçları döker…

Kortizol sisteminin normalden saptığı durumlarda tıpkı glikoz toleransının aşikar diyabet ortaya çıkmadan evvel bozulması gibi, kortizolün biyoritminin bozuluşu ve fazla salınması ile vücutta bu bahsettiğim sorunlar ortaya çıkmaya başlıyor. Bağışıklık bozuluyor, vücudunuzun direnç kapasitesi zarar görüyor, kronik hastalıklara yatkın hale geliyorsunuz.

İNSAN ORTADA SOMUT BİR ŞEY YOKKEN DÜŞÜNCE GÜCÜ İLE KORTİZOL POMPASINI YAPABİLİYOR VE VÜCUDUNU MAHVEDEBİLİYOR.

Önemli bir örnek vermek istiyorum. Bir ceylan bir kaplanı gördüğünde kortizolü yükselir, kaçmaya başlar ama kurtulduğunu fark ettiğinde hemen normale döner. Fakat insan öyle değil, insan ortada somut bir şey yokken de düşünce gücü ile bu kortizol pompalanmasını sağlayabiliyor ve bu sürekli hale geldiğinde vücudunu mahvedebiliyor. Bunun için aslanın ya da kaplanın gelmesine, gerçek bir tehlike olmasına gerek yok.

Nedir o patolojik düşünce biçimi?

Ya geçmişi kurcalar kişi veya gelecekte ‘ya şu olursa, ya bu olursa’ gibi kaygılar… Bu düşünce yapısı sadece insanda var, ceylan yemek yerken ‘ya kaplan gelirse ben ne yaparım’ diye kendi kendine evhamlanmaz ama insan bunu yapabiliyor bu düşünce modeli de insanı hasta ediyor.

Bunu beyin yapıyor yani…

Beyin gelişimsel olarak 4 ana bölgeden oluşur. Benim bahsettiğim stres yani ‘savaş-kaç’ düzeyi alt beyin ve beyin sapı dediğimiz gelişimsel olarak ilk gelişen beynin oluşturduğu bilinçtir. Çeşitli stres tetikleyicilerine karşı cevaplar bizim beynimizde mevcut ve biz buna göre farkında olmadan düşüncelerimizle bu yaşamın içinde yaşıyoruz ve vücudumuz sürekli üzerimize gelen bu stresi tolere edemiyor.

Sizce kaç kişi böyle bir yaşamın içinde veya kaç kişide biraz kilo, depresyon, hafif karaciğer yağlanması, saç dökülmesi, hafif kronik hastalıklar baş göstermiş durumda?

Dünya nüfusunun neredeyse tamamı bence…

Kesinlikle, hemen herkes…

Biz ne yapıyoruz? Depresif belirtiler için antidepresan veriyoruz. Kilo için diyete başlasın, egzersize gitsin diyoruz mesela… Bunlar işe yaramaz, kullanılmasın demiyorum, yanlış da anlaşılmasın. Bunlar tek tek oldukları için bıraktığınızda yine aynı noktaya dönecektir. Siz bir bütün olarak ele alıp bu sistemden dışarı çıkmadığınız sürece geri dönüşüm kaçınılmaz, ama bu sistemden dışarı çıkarsın ondan sonra bu egzersizini ya da diğer prosedürleri yaparsın ve o zaman maksimum fayda görürsün. Özetle alttaki mekanizmayı düzeltmediğin sürece biraz boşa kürek çekmek oluyor.

Siz işin sadece bu tarafına bakmadığınız zaman, mesela insülin direnci kısmı ile ilgileniyoruz, unlu-şekerli gıdalar vs... Bu kitapta da beslenme çok geniş yer tutar ve en önemli Self Healing’i bozan etkenlerden bir tanesi olarak kabul edilir.

Unlu şekerli gıdalar tamamen bırakılır bizim sistemimizde ama sadece bununla tek başına iyileşme başlatılabilir mi? Cevap tabi ki, hayır…

Kortizol yüksekliği ilginçtir unlu şekerli gıdalara iştahı da arttırıyor ve kendisi de bizzat insülin direncinin sebebi.

Dolayısı ile bizim düşünce sistemimiz ile bu stres ortamında yaşıyor oluşumuz, bizim belki üretimimize katkı sağlıyor olsa da insan için en zor şeylerden bir tanesi aynı zamanda.

BUGÜN İNSAN ARTIK KENDİNİ UNUTMUŞ DURUMDA.

Bugün kronik hastalıklarla yoğun bir şekilde boğuşuyor insanlar, bunların yarısı beslenme, toksinler vs. ile ilişkili ise yarısı da insanı artık kendinden koparan ve düşünceye hapseden yaşamla da ilişkili. Çünkü bugün insan artık kendini unutmuş durumda. Bilinçli yaşayan kaç kişi var sizce? Her şey otomatik, birazcık konsantre olduğumuz belki cep telefonlarımız var. Onun dışında arabaya bin eve git, işe git… Ne yaşadın desen? Gidip gelen düşünceler içinde yaşıyorsun… Ya geçmiştesin ya gelecektesin. Geçmişte yaşadığın şeyi düşünüyorsun… Oysa bilimsel veriler gösteriyor ki, geçmiş diye bir şey yok, senin, “şu yaşandı” diye hatırladığın olay, veri tabanına göre birçok şekilde değiştirip sonunda aslında yaşanmış olaydan bağımsız bambaşka bir olaya çevirdiğin bir bilgi. Dolayısı ile geçmiş yok gelecek de henüz bir olasılık, ama insan düşüncesi hep bu noktada ‘ ne olacak, nasıl olacak’ mücadelesinde. E bu düşünce atına binenin de kolay kurtuluşu yok. Bu da sizi tekrar olasılıklar zinciri ile “ya bu olursa, ya şu olursa” kaygıları ile boğuyor ve oradan bir yandan kortizol pompalanmaya devam ediyor ve stres hormonu kokteyli ile bir yaşam bizi hasta, mutsuz, yorgun ve perişan ediyor.

Pekiyi ne yapacağız?

Self Healing’de 4 koldan bu olaya el koyuyoruz; beslenme değişiklikleri, manyetik alan, yaşam tarzı değişiklikleri, frekansal düzeyde yaklaşımlar ve stres kontrolü.

Devam edecek…

 

  YORUMLAR

0 Yorum YORUM YAP
Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
YUKARI